«Görüldüğünde ödenecek» bonolarda ibraz ve zamanaşımı süresinin başlangıcı ile ilgili bazı sorunlar ve görüşler
Göster/ Aç
Erişim
info:eu-repo/semantics/openAccessTarih
2024Yazar
Anadolu Üniversitesi
0000-0003-0486-399X
Bozkurt, Tamer
Üst veri
Tüm öğe kaydını gösterKünye
Bozkurt, T. (2024). «Görüldüğünde ödenecek» bonolarda ibraz ve zamanaşımı süresinin başlangıcı ile ilgili bazı sorunlar ve görüşler. Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 10 (2), 439-457.Özet
Vade kaydı taşımayan her bono (ve poliçe) “görüldüğünde ödenecek” sayılır (TTK m. 777/2). Bu tür bir bono (poliçenin), düzenleme tarihinden itibaren bir yıl içinde düzenleyene (veya kabul eden muhataba) ödenmek üzere ibraz edilmesi gerekir (TTK m. 704). Aksi takdirde tüm başvuru hakları düşer (TTK m. 730/1-a). Görüldüğünde ödenecek bonolarda vade “ibraz” sayesinde ortaya çıkmakta, bu andan itibaren de üç yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamaktadır. Bonoda düzenleyen asli borçlu olduğu için başvuru hakları düşse bile, kendisi vadeden itibaren üç yıl boyunca sorumlu olmaya devam eder (TTK m. 749/1). Ancak bono, bir yıl içinde ödenmek üzere ibraz edilmediğinde, senedin “görülmesi”, dolayısı ile borcun muaccel olması; bundan sonra da asli borçlu için üç yıllık zamanaşımı süresinin başlaması konusunda sorun ortaya çıkmaktadır. Tam bu noktada, öğreti ve yargı uygulamasında böyle bir bonoda üç yıllık zamanaşımı süresinin, bir yıllık ibraz süresinin “bitimi” ile başlayacağı savunulmakta ve bir yılın son günü adeta “vade” olarak değerlendirilmektedir. Bu görüşün arkasında genelde “görüldüğünden belirli süre sonra ödenecek poliçe (ve bono) için öngörülen TTK m. 705 hükmünün “kıyasen” uygulanması yatmakta; bir yılın son gününün “görülme tarihi” sayılacağı ifade edilmektedir. Türk, Alman ve İsviçre öğretisinde konu ile ilgili olarak bir yasa boşluğu olduğu belirtilmektedir. Bazı yazarlar ise bir yıllık sürenin dolmasını vadenin geçmesi ile eş değer görmektedir. Öncelikle bu sorunda bir yasal boşluk olup olmadığının, varsa bu boşluğun “kıyas” yoluyla doldurulup doldurulamayacağının irdelenmesi gerekmektedir. Yoksa bir yıllık ibraz süresini geçiren hamil bakımından, bir külfet olarak nitelendirilebilecek ibrazın yapılmamasının kendisi bakımından bir hak kaybına yol açıp açmayacağı, “kimsenin kendi kusuruna dayanarak bir hak iddia edemeyeceği” şeklindeki evrensel hukuk ilkesinin konu karşısındaki durumu da ayrıca incelenmeye değerdir.
Kaynak
Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi DergisiCilt
439Sayı
457Bağlantı
https://hdl.handle.net/11421/28836Koleksiyonlar
- Cilt:10 Sayı (2) [23]